Emri bi'l ma'ruf ve nehyi an'il münkerin farz olduğunu ve faziletini aklı selim sahipleri onaylamış ve ümmet üzerinde icma etmiş olmakla birlikte, bu esasa ayet ve hadîsler de işaret etmektedirler.

Ayetler

İçinizden insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.(Âlu İmran/104)
Bu ayette emri bi'l ma'ruf ve nehyi an'il münker in farziyeti bildirilmektedir. Çünkü Allah Teâlâ'nın 'veltekün' sözü bir emirdir. Emrin zâhiri ise farziyet ifade eder. Aynı zamanda ayette, Müslümanların kurtuluşlarının emri bi'l ma'ruf ve nehyi an'il münker yapmalarına bağlı bulunduğu ciheti de beyan edilmiştir. Çünkü Allah Teâlâ hasr yaparak şöyle buyurmuştur: 'Ve ülâike hümül müflihûn' (İşte ancak onlar kurtuluşa erenlerdir). Ayette emri bi'l ma'ruf ve nehyi an'il münker'in farzı ayn değil farzı kifâye olduğu ciheti de beyan edilmiş ve bir cemaatin bu vazifeyi yapması halinde o cemaatin diğer fertlerinin boynundan mesuliyetin kalktığı da açıklanmıştır. Çünkü Allah Teâlâ, ayette 'hepiniz iyiliği emrediciler olunuz' dememiştir. 'İçinizden bir topluluk insanları hayra çağırsın' demiştir. O halde bir fert veya bir cemaat bu vazifeyi yerine getirirse, cemiyetin diğer fertlerinden sorumluluk düşer. Allah Teâlâ, 'kurtuluş'u, bu vazifeyi bilfiil yapanlara tahsis etmiştir. O halde eğer bütün halk, bu vazifeyi yapmayıp ihmal ederse, gelen tehlike bütün cemiyeti kasıp kavuracaktır. Hele imkânı olup da bu vazifeyi ihmâl edenler, şeksiz ve şüphesiz gelecek olan felâkete mâruz kalacaklardır.

'Ama hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde, gece saatlerinde ayakta durup Allah'ın ayetlerini okuyarak secdeye kapanan bir topluluk da vardır. Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayır işlerine koşuşurlar. İşte onlar iyilerdendir.'(Âlu İmran/113-114)
Dikkat edilirse, Allah Teâlâ, bu ayeti celîlede mücerret olarak Allah'a ve son güne iman etmekten ötürü onların salih olduklarına şahitlik yapmamış, aksine bu imana iyiliği emretmek ve kötülüklerden vazgeçirmek hususunu da eklemiştir.

Erkek ve dişi bütün mü'minler birbirlerinin yardımcılarıdır. İyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar. Namazı gereği üzere kılarlar. Zekâtı verirler.(Tevbe/71)
Bu ayette Allah Teâlâ, mü'minleri 'iyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar' diye vasıflandırmaktadır. Bu bakımdan bu vasfa sahip bulunmayan kimse, bu ayette vasıflandırılan 'Müslüman' cemaatinin dışında kalır.

'İsrailoğulları'ndan kâfir olanlara hem Dâvud'un, hem de Meryem oğlu İsa'nın diliyle lânet olundu. Bunun sebebi; isyan etmeleri ve hakkın sınırını aşmış olmalarıydı. Onlar birbirlerini yaptıkları kötülükten alıkoymazlardı. Gerçekten ne kötü iş yapıyorlardı!' (Mâide/78-79)
Bu hüküm, şiddetin en sonudur. Zira Allah Teâlâ, kötülükleri önlemeyi terk ettiklerinden dolayı lâneti hak ettiklerini beyan buyurmaktadır.
‘Siz insanlar için meydana çıkarılmış en hayırlı bir ümmet-siniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız.' (Âlu İmran/11O)
Bu ayeti celîle 'iyiliği emretmek' ile 'kötülüğü önlemenin faziletine işaret eder; zira Allah Teâlâ, Müslümanların böyle yaptıkları için, en hayırlı topluluk olduklarını beyan buyurmaktadır.

‘Artık onlar, edilen nasihatleri unutunca, biz de kötülükten alıkoyanları kurtardık. Zulmedenleri ise, çıkardıkları fesatlar yüzünden, şiddetli bir azap ile yakaladık.' (A'raf/165)
Allah Teâlâ, 'onların kötülüğü önledikleri'nden ötürü 'kurtuluş' tan istifade ettiklerini beyan buyurmaktadır ve bu ilâhî beyan kötülüğü önlemenin farz olduğuna işaret eder.

‘Onlar o mü'minlerdir ki, eğer kendilerini yeryüzünde iktidar mevkiine getirirsek, namazı kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emrederler ve kötülükten alıkoyarlar.' (Hac/41)
Allah Teâlâ, bu ayeti celîlede, namaz kılmayı ve zekât vermeyi, 'iyiliği emretmek' ve 'kötülüğü yasaklamakla eşit tutmuştur.

'İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın. Günah işlemek ve haddi aşmak üzerinde yardımlaşmayın.' (Mâide/2)
Bu ayetteki emir kesin bir emirdir. Yardımlaşmanın mânâsı 'yardımlaşmayı teşvik ediniz, hayır ve hasenat yollarını kolaylaştırınız, şerrin yollarını kapatınız' demektir. Düşmanlık yolları ise, imkân nisbetinde kapatılmaya çalışılır.

'Rabbanilerin ve hahamların, onları günah söz söylemekten, haram yemekten menetmeleri gerekmez miydi? Yaptıkları şey ne kötüdür!' (Mâide/63)

'Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan menetmeleri gerekmez miydi? Fakat onlar arasından, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı. Zulüm yapanlar ise kendilerine verilen refahın ardına düştüler ve hep 'mücrim' günahkâr oldular.' (Hud/116)
Allah Teâlâ, bu ayetinde bozgunculuğu yasaklayan az bir grup hariç, onların hepsini helâk ettiğini bildirmektedir.

‘Ey mü'minler! Adâleti tam yerine getirerek Allah için şahitlik edenler olun, kendinizin yahut ana ve babanızla, yakın akrabanızın aleyhinde bile olsa...'(Nisa/135)
Bu, anne, baba ve yakınlar için 'iyiyi emretmek' demektir.

'Onların fısıldaşmalarının çoğunda hayır yoktur. Ancak sadaka vermeyi veya bir iyilik etmeyi yahut da insanların arasını düzeltmeyi emreden müstesnadır. Kim de bu işleri Allah'ın rızasını arıyarak yaparsa, biz ona ahirette büyük bir mükâfat vereceğiz.'(Nisa/114)

'Eğer mü'minlerden iki grup çarpışırlarsa, hemen aralarını düzeltin. Eğer onlardan biri (Allah'ın hükmüne razı olmayarak) ötekine saldırırsa, o vakit tecavüz edenle, Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın.'(Hucurât/9)
Çarpışanların arasını düzeltmek; zulmü yasaklamak ve tâata çevirmek demektir. Eğer karşı taraf bunu kabûl etmezse, Allah Teâlâ onunla çarpışmayı emrederek şöyle buyurmuştur: 'O vakit saldıranla Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşınız'. (Hucurât/9) Bunun mânâsı, kötülüğü önlemek ve yasaklamaktır.