HAYATIN KENDİSİ BİR GÖLGE OYUNUDUR
Merhaba sevgili okurlar. Gölge oyununu bilirsiniz. Dünyanın kadim medeniyetlerinde, kültürel miras olarak nesilden nesile aktarılan, usta oynatıcılar tarafından bir ışık hüzmesinin önünde ve bir perdenin arkasında çeşitli karakterleri canlandıran, kağıttan, deriden, günümüzde plastikten yapılan figürlerin iki boyutlu olarak yansıtılması ile oynanan bir oyun. 
Evet ben bir gölge oynatıcısıyım. Kültürümüzde buna “Hayali” ya da “Hayalbaz” deniyor. Şimdilerde Gölge Oyuncusu diyenlerde var ama bu isim tam olarak yansıtmıyor yaptığım işi. Çünkü ben gölge olarak oynamıyorum. Figürleri perdeye düşürdüğüm gölgeler halinde oynatıyorum. Yani perdeye düşen tüm karakterlerin bağlı bulunduğu ve adına sopa, çubuk hatta deynek diyenler bile var. İşte onlar benim elimde. 
Uzun yıllardır gölge oyunu düşürürüm hayal perdesine. Her seferinde oynattığım oyunun biraz gerçeklik, biraz da hayal yönünü düşünür, hayatın da böyle bir hayal, bir gerçek geçip gittiğini tefehhüm ederim. 
Karagöz ve Hacivat bizim gölge oyunumuzun ana karakterleridir. Yardımcı oyuncular vardır. Beberuhi, Çelebi, Karagözün Karısı, Hacivatın Karısı, Tuzsuz Deli Bekir, (Matiz), Bacı Kalfa, Zenne, Hanendeler, Sazendeler, Ermeni Kuyumcu, Yahudi Tüccar, Kayserili, Arnavut Bayram, Bolulu Aşçı… 
Yani hayatın içindeki karakterlerin birer sureti perdeye yansır. Bu yardımcı oyuncuları oyunun konusuna ve icra şekline göre çoğaltabilirsiniz. Şayet figür yapmayı biliyorsanız ve gölge düşürecek kalitede deri bulabiliyorsanız farklı, yeni ve değişik figürlerde yapabilirsiniz elbette. 
Efendim rivayet ederlerki bizim pirimiz üstadımız Şeyh Küşteri ki kendisi ilk karagöz oynatıcısı yani hayali üstadımızdır. Bursa Ulu camii inşaatında ustabaşıdır. Bu arada inşaatta çalışmak üzere işe alınmış olan bir Yörük olan Karagöz’le, okuma yazması olan, zaman zaman beylikler arasında elçilik, birkaç dili konuşup yazabildiği içinde tercümanlık yapan Hacıevhad çelebi de bu inşaatın farklı bölümlerinde çalışmaktadırlar. 
Karagöz amele olduğu için kaba inşaatta taş taşır, odun keser, harç karar amelelik yapar. Hacivat mürekkep yaladığı ve az buçuk kalem tuttuğu için biraz daha farklı bir yerde, adeta tahrirat katipliğinde çalışmaktadır. Yada mühendislerin yanında yardımcı olarak notlar almakta, yazılar yazmakta, Karagöze nisbeten daha temiz, daha düzenli bir ortamda çalışmaktadır. Ancak zaman zaman bu ikisi karşılaştıklarında aralarında geçen muahereler yani anlık sohbetler o civarda bulunan herkesin dikkatini çekmekte, böylece uzayan muaherelerden dolayı da cami inşaatının işleri aksamaktadır. Bu yüzden cezalandırıldıkları ve sürgüne gönderildikleri, hatta karagözün kellesinin kesilip öldürüldüğü, hacivatın okuma yazma bilmesinden dolayı sürgün edildiği de yazılanlar, anlatılanlar arasındadır. 
Bir başka rivayette ise şöyle nakledilir. Karagöz aslında İnegöl tekfurunun hokkabazıdır. İsmi de Sofyoz Çelebi’dir. Okuma yazması olan, ilmi siyaseti bilen, akıllı, zeki ve üretken bir insandır. Amma hokkabazdır. Yani şaka yapar, şarlatanlık yapar, konuşmasıyla, söylemiyle, hal ve hareketleriyle tekfur efendi sinirli, üzgün, gergin yada her ne halde ise onu neşelendirmek, eğlendirmek, güldürmek için kendine has üsluplar ile oyunlar üreten bir şovmendir. 
Bir gün haddinden ve halinden büyük bir söz söyler. Tekfur çok öfkelenir ve öldürülmesi için emir verir. Sofyoz Çelebi, yani Karagöz aslında iyi yürekli bir adamdır ve o güne kadar herkese iyilik yapmış, bir çok kimseyi tekfurun gazabından kurtarmıştır. İşte o iyilikleri karşısına çıkar ve kendisini tekfurun hükmettiği kara parçasının sınırları dışına çıkarırlar. Bursaya kadar gelir ve orada Osmanoğlu Orhan beyin himayesine girer. Eh boğaz deliktir, yemek ister, şerbet ister vesaire. Bunların deruhtesi için de kendisi maaşlı olarak Ulu Camii inşaatına alınır. Hafif işler yapmaktadır. Harca yumurta kırmak, taşınan kum teknelerini saymak, düzeltilmiş taşların adedini belirlemek ve bunun gibi. 
Ancak bu arada Hacı Evhad çelebi ile de tanışır. Çünkü rivayete göre Hacı Evhad çelebi malın gözü, hesap hendese bilen, çokça menfaatçi, zeki ve azıcık da kurnazdır. Karagözün saflığından istifade ederek zaman zaman onun üzerinden bazı işler de çevirir. Bu arada ikisi arasında geçen konuşmalar, çalışan diğer işçilerin çok hoşuna gider. 
Bu konuşmalar kimi zaman saatler sürer. Bu da inşaatın aksamasına ve gecikmesine sebebiyet verir. Derler ki sultan Orhan inşaatın neden geciktiğini sorar. Sebep bulmak zorundadır ustabışalır. Bir günah keçisi lazımdır. Hemen karagöz ve hacıevhad çelebilerin durumu söylenir sultana. Kimdir nedir diye araştırılınca Hacı Evhad çelebinin yararlı bir insan olduğu, okuma yazma bilip ilmi siyasete vakıf olduğu, ancak Sofyoz Çelebi yani Karagözün bir sığınmacı olduğu anlaşılınca vurun kellesini denir. 
Bu rivayetler ne kadar gerçeği yansıtmasa da işin sonunda herkesin hoşlandığı o atışmalar, sohbetler, hacı evhad çelebinin söylediğini, Karagöz’ün yanlış anlamaları ve buradan ortaya çıkan komedi hitama ermiştir. 
İşçiler üzülmüşlerdir. Biraz da performans düşmüştür. İşte bunu bir fırsat, fırsatı da ganimet bilen Şeyh Küşteri isimli inşaat taşeronu o dönem için müthiş bir girişimcilik örneği olan gölge oyunculuğunu başlatıverir. 
Her akşam iki sırık arasına gerdiği enli ve gergin bir sarığın arkasına yaktığı iki kuvvetli mum ile, ışığın önüne, perdenin ardına düşürdüğü iki gölge çıkarır işçilerin karşısına. O güne kadar haci evhad çelebi ve Karagöz efendiden duyduğu kadarıyla muaherelerini perdeye gölgeler halinde yansıtır. 
Bakar ki bu iş tüm çalışanlar tarafından, hatta bir müddet sonrada sultan tarafından kabul görür, işi biraz daha ileriye götürerek artık metinler yazmaya, yeni oyunlar çıkarmaya, farklı figürler, karakterler eklemeye başlar oyuna. Bunlarla muahereler biraz daha uzar, biraz daha komik hale gelir. Böylece gölge oyunu bundan yaklaşık 1000 sene kadar önce Anadolu topraklarında kabul görür, insanlar tarafından beğenilir. 
Tabi bunlar rivayetler. Ancak gerçek olan şu ki, o gün bugündür “Zılli Hayal” olan hayatın küçük bir numunesi olan “Hayal Perdesi” bir çok hadiseye şahit olmuştur. Karagöz ve Hacivat üzerinden, hoşa gitmeyen idare, pahalılık, insan haklarını ihlal, adaletsizlik, karı koca geçimsizliği, evlat terbiyesi, komşuluk, arkadaşlık, ahlak, edeb, iman, haya ve daha bir çok konu başlığı işlenir, perdeye oyun olarak yansıtılır ve aman siz böyle yapmayın denir. 
Zaman içinde perde gazelleri eklenir, deyişler, ramazan manileri girer, şiirler, gazeller, arzbar ve dümtek girer, (Zurna, def ve belki ud) Sonra zırıltı ile oyuna efektler eklenir, zilli defle Karagöz ve Hacivatın kavgaları biraz daha interaktif hale getirilir. Bugünkü halini alır. Aslında gelişme durmamıştır. Yeni yetişen nesil gölge oyununa farklılıklar getirmekte, bilgisayar ortamında hazırladıkları elektronik figürlerle farklı oyunlar oynatmaktadırlar. Doğru mu, işin özünden uzaklaşması ve estetiğini kaybetmesi açısından doğru bulmuyorum. Ancak bir eğitim aracı olarak kullanılması bakımından iş görür diyorum. 
Bir perde gazeli örneği de vermeden geçmeyelim. En meşhurlarından birisidir. Biz de zaman zaman bu gazeli kullanırız oyunlarımızda. 
Perde Gazeli
şem-i bahtım yanmadan şûlelenir perdemiz
erbâb-ı zârif olana cilvelenir perdemiz
 
perdeyi kaldır gözden hisse al sen bu sözden
perdeyi sanma bezden kemâlâttır perdemiz
 
bu dünya bir zıll-i hâyâl bilmeyene bilmek muhal
eyleme hiç kıyl-û kaâl göz önünde perdemiz
 
çıkıp pûş perdeden ben hacı evhad kulunuz
gelse o çeşm-i siyâhım handelenir perdemiz. 
 
Bu gazel gibi bir çok örnek vardır. Her biri dönemin edebi kalıpları kullanılarak oluşturulmuş ve bugüne kadar gelmiş çok güzel eserlerdir. Kimi zaman gazel olarak söylenir, kimi zaman şiir olarak okunur. Kimi zaman da Karagöz tarafından yanlış anlama yoluyla yeniden yorumlanır ve bu da neş’eye, kahkahaya sebep olur. 
Sonuç olarak asırlardır devam eden kadim bir geleneğin günümüzde yaşayan amatör bir temsilcisi olarak bu geleneği sürdürmeye, aslına en yakın ve en uygun haliyle, dil, uslûb, tarz ve metod olarak icra etmeye çalışıyorum. Kalfam, yardımcım, yardağım ya da çırağım yok. Olur mu? Bilmiyorum. Bu biraz da heves ve ilgi meselesi. Belki de bu sanat benden sonra daha farklı bir yere doğru yürüyecek.
Ya nasib diyerek yaklaşık yirmi yıl önce çıktığım Geleneksel Türk Tiyatrosu’nun bu ayağını da canlandırmaya çalışıyorum. Gücümüz yettiğince devam edeceğim. Nefes bittiği zaman bir “hû” ile emaneti sahibine teslim edeceğim. İnşaallah o gün canlandırdığımız bu tasvirlerle anlattığımız “İrfan Medeniyetimize” “İnancımıza” “İmanımıza” ve “Ahlakımıza” ait değerler sayesinde Rabbim fakir-i pür taksir, günahkar ve hakir ruhumuza merlametle muamele eder. 
Huzuru hazirun, cemiyeti irfan, laindir münafıktır dinsizdir şeytan, 
Şeytanın lainliğine, dinsizliğine münafıklığına
RAHMANIN BİRLİĞİNE EYVALLAH 
Deyip yerden temenna ile başladığımız oyunumuzu, 
Yıktın perdeyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman. Efendim. 
Sürçi Lisan Etti İsek Affola
Özrüyle bitiriyoruz.
Eyvallah efendim. Sağlıcakla kalınız.