Muhtesib'in (Uyarıcının) adabı
Derecelerin her birinde âdâbın tafsilatını zikretmiştik. Şimdi ise, onun tümünü ve kaynaklarını zikredeceğiz. Bu bakımdan deriz ki, uyarıcının tüm âdâbının kaynağı uyarıcıda bulunan üç sıfattır:
1.İlim
2.Takva
3.Güzel Ahlâk
İlim: Uyarıcı uyarmanın yerlerini, hududunu, mecralarını ve mânilerini bilmeli ki, uyarma hususunda ilahî nizamın hududunda durabilsin.
Takva: Uyarıcıyı belli bir muhalefetinden menetmek için gereklidir. Çünkü her bilen ilminin gereğince amel etmemektedir. Aksine çoğu zaman uyarıcılıkta sınırı aştığını, şer'an yetkili olduğu hududu geçtiğini bildiği halde ve buna rağmen herhangi bir gaye onu aşırı gitmeye zorlar.
Uyarıcının sözü, va'z ve nasihati makbul olmalıdır. Çünkü uyarıcılık yaptığı zaman, eğer makbul konuşmalar yapmazsa fâsık kendisiyle alay eder. Fasığın onun sözünü hafife alması, ona karşı bir cüretkârlık olur!
Güzel Ahlâk: Güzel ahlâk, yumuşak ve şefkatli davranmak için lâzımdır. Uyarıcılık esnasında güzel ahlâk esastır ve bu durumun sebeplerindendir. Güzel ahlâk olmazsa, ilim ve takva tek başına burada yeterli değildir. Çünkü öfke kabardığı zaman, kişinin tabiatında güzel ahlâk sayesinde onu hazmetmek olmadıkça onu durdurmak için sadece ilim ve takva kâfi gelmez...
Kısacası, takva ancak güzel ahlâkla tamamlanır. Ancak güzel ahlâk sayesinde şehvet ve gazap kontrol altına alınır. Ancak güzel ahlâk sayesinde uyarıcı Allah indinden kendisine isabet eden musibete karşı sabredebilir. Eğer güzel ahlâk yoksa kişinin namusuna veya malına veya nefsine sövmekle veyahut da dövmekle bir leke sürüldüğü zaman, kişi uyarıcılığı unutur, Allah'ın dininden gafil olur, kendi nefsiyle meşgul olmaya başlar. Hatta güzel ahlâk olmadığı takdirde başlangıçta, çoğu zaman uyarıcılığı dünya mertebelerini ve nam yapmayı elde etmek için yapar.
İşte bu üç sıfat sayesinde uyarıcılık, Allah'a yaklaştırıcı ibâdetlerden olur ve yine bu sıfatlar sayesinde uyarıcılıkla münkerât defedilir. Eğer bu sıfatlar yoksa münker defedilemez. Aksine bu sıfatlar olmaksızın yapılan uyarma (çoğu zaman şer'î hududa bu hususta tecavüz edildiği için) münkere dönüşür.
Bu edeplere Hz. Peygamberin şu sözü delâlet eder: İyiliği emretmeyi ve kötülüğü yasaklamayı ancak emrettiği ve yasakladığı hususta şefkatli olan, emrettiği ve yasakladığı hususta hâlim olan, emrettiği ve yasakladığı hususta fakîh olan kimse yapabilir.(30)
Bu hadîsi şerif, uyarıcının mutlak mânâda değil, sadece emrettiği veya yasakladığı konuda fakîh olmasının şart olduğuna delâlet eder. Hâlimlik de böyledir,
Hasan Basrî şöyle der: 'Sen iyiyi emredenlerden olduğun zaman, insanların en iyi şekilde iyiliğe yapışanı ol. Aksi takdirde helâk olursun!'
Kişiyi fiilinden ötürü, o fiilin benzerini yaptığın halde kınama!
Çünkü kınadığı şeyin benzerini yapan bir kimsenin aklıyla alay edilir!
Biz bundan iyiyi emretmek, fasıklıktan dolayı yasak olur demek istemiyoruz. Fakat uyarıcının fasıklığı, insanlara göründüğü takdirde sözünün tesiri kalplerden düşer demek istiyoruz.
Çünkü Enes'ten şöyle rivayet edilir: Biz Hz. Peygamber'e
—‘Biz iyiyi tamamen işlemedikçe emredemez miyiz? Kötülükten tamamen sakınmadıkça menedemez miyiz?' diye sorduk. Bizim suâlimize karşılık Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:
—Siz iyiliğin tamamını işlemezseniz dahi iyiliği emrediniz. Siz kötülüğün tamamından sakınmasanız dahi kötülükten sakındırınız.(31)
Selefin biri çocuklarına şöyle vasiyette bulundu: 'Sizden herhangi biriniz iyiyi emretmek istediği zaman, nefsini, sabra alıştırsın ve Allah'tan gelen sevaba güvensin. Çünkü Allah'tan gelen sevaba güvenen bir kimseye kötülük dokunmaz'.
Hâl böyleyken anlaşılır ki, nefsin sabırlı olması da uyarıcılığın âdâbındandır ve bu sırra binaen de Allah Teâlâ sabrı, iyiyi emretmekle eşit tutup Lokman Hekîm'in şu tavsiyesini hikaye ederek şöyle buyurmuştur:
Yavrum! Namazı gereği üzere kıl! İyiliği emret ve fenalıktan alıkoy. Bu hususta sana isabet edecek eziyete katlan. Çünkü bunlar kesin olarak farz kılınan işlerdir.(Lokman/17)
Uyarıcılığın edeplerinden biri de alâkaları azaltmaktır ki, korkusu çoğalmasın ve mahlûkattan tamahı kesilsin, dolayısıyla yağcılık ortadan kalksın. Zira bir şeyhin bir kedisi vardı. Komşusu olan kasaptan kedisi için her gün etin sinirlerinden bir şeyler alıyordu. Bir ara kasapta bir münker gördü. Bu durum karşısında evine girdi. Önce kediyi evden kovdu. Sonra kasabın yanına gelip uyarıcılık vazifesini yaptı. Buna karşılık kasap 'Ben bundan sonra senin kedine hiçbir şey vermeyeceğim' dedi. O da 'Ben kediyi kovduktan ve senden tamahımı kestikten sonra gelip uyarıcılık yaptım' dedi ve hakîkat de bu satın dediği gibidir. Bu bakımdan halktan tamahını kesmeyen bir kimse uyarıcılık yapamaz. Kim halkın kalbi kendisinden hoş olsun ve mutlak mânâda halk kendisini övsün düşüncesinde ise ona uyarıcılık vazifesini yerine getirmek hakkıyla müyesser olamaz.
Ka'b'ul Ahbar, Ebu Müslim Havlanî'ye şöyle der:
—Kavminin arasında senin derecen nasıldır?
—Güzeldir...
—Fakat Tevrat şöyle diyor: Kişi iyiliği emrettiği ve kötülüğü yasakladığı zaman, kavminin yanında onun derecesi oldukça kötüleşir.
-Tevrat doğru söylemiş, Ebu Müslim de yalan,..
Uyarıcılıkta şefkatli ve merhametli olmanın farziyetine Me'munun kendisine va'zedip söz ile kendisini azarlayan vâize karşı getirdiği delil delâlet eder. Me'mun vâize şöyle der: 'Güzellikle git; zira Allah Teâlâ senden daha hayırlısını (Hz. Musa'yı) benden daha şerlisine (Firavuna) gönderdiği zaman, ona şefkatli davranmayı emrederek şöyle buyurmuştur: 'Varın da ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki, nasihat dinler yahut da korkar'. (Taha/ 44)
Bu bakımdan uyarıcı ve nasihatçi bir kimse şefkat hususunda, Allah'ın peygamberlerine uymalıdır. Çünkü Ebu Umame şöyle rivayet eder: Genç bir delikanlı Hz. Peygambere geldi ve dedi ki: 'Bana zina etmek için izin verir misin?' O daha sözünü bitirir bitirmez, her taraftan halk 'sus' diye bağırdılar. Fakat Hz. Peygamber 'Onu bana yaklaştırınız' dedi. Bunun üzerine delikanlıya yol verildi. Hz. Peygamber de kendisine yaklaşmasını söyledi. O da yaklaştı. Hz. Peygamber'in huzurunda oturdu. Sonra peygamber kendisine sordu:
—İster misin annenle başkası zina etsin?
—Ey Allah’ın Rasûlü! Allah canımı sana feda etsin. Annemin zina etmesini istemem.
—İşte halk da senin gibi, anneleri için zinayı istemez. Acaba sen kızının zina etmesini ister misin?
—Canım sana feda olsun! Bunu da istemem.
—İşte senin gibi halk da kızlarının zina etmesini istemez. Acaba sen kız kardeşinin zina etmesini ister misin? (32)
İbn Avf der ki: Hz. Peygamber gencin teyze ve halasını da bu şekilde zikretti ve genç Hz. Peygamberin her sualine karşılık 'Canım sana feda olsun, istemem' diye cevap verdi. Hz. Peygamber de 'İşte halk da böylece istemez' diye ekledi. Bundan sonra Hz. Peygamber mübarek elini gencin göğsüne koyarak şöyle dua etti:”Ya Rab! Kalbini tertemiz kıl! Günahını affet! Tenasül uzvunu zinadan koru!”
Süfyan b.Uyeyne sultandan gelen hediyeleri kabul etti. Buna karşılık Fudayl şöyle dedi: 'Süfyan, onlardan hakkının altında bir şey almıştır'. Sonra Fudayl, Süfyan ile başbaşa kalıp onu bu yaptığından dolayı kınadı. Süfyan ona cevap olarak dedi ki: 'Ey Ebu Ali! Eğer biz salihlerden olmasak dahi salih kimseleri severiz'.
Hammad b. Seleme der ki: Eşyem'in oğlu Sıla'nın yanından etekleri yerlerde sürünen biri geçti. Sıla'nın arkadaşları onu şiddetle azarlamak istediler. Sıla onlara 'Onun yakasını bırakın! Ben sizin yapacağınız vazifeyi yaparım' dedi. Sonra o kişiye şöyle dedi:
—Yeğenim! Senin yanında bir ihtiyacım vardır.
—Amca nedir senin ihtiyacın?
—Benim ihtiyacım yerde sürünen etekleri biraz kaldırmaktır.
—Olur! Başım ve gözümün üstüne!
Sonra genç yerde sürünen eteklerini kaldırdı. Bunun üzerine Sıla arkadaşlarına dedi ki: 'Eğer siz onu azarlasaydınız 'Hayır ben sizin dediğinizi yapmam. Sizin dediğiniz baş göz üstüne olmasın' diyecek ve size küfredecekti.
Zekeriya el-Gilabî'nin oğlu Muhammed der ki: "Bir gece Abdullah b. Muhammed b. Âişe'nin yanına vardım. Akşam namazından sonraydı. Camiden çıkmış evine gidiyordu. Bir de yolunda Kureyş soyundan içip sarhoş olmuş bir delikanlının durduğunu gördüm. Aynı delikanlı bir kadının yakasına yapışmış, onu kenara çekiyor, kadın da 'imdat!' diye bağırıyordu. Kadının bağırması üzerine halk gencin başına üşüştü. Bu esnada 'İbn Âişe' gence bakıp tanıdı. Halka 'benim yeğenimin yakasını bırakın' dedi. Sonra gence 'Yeğenim! Benim yanıma gel!' diye bağırdı. Buna karşılık genç utandı, İbn Âişe'nin yanına geldi. İbn Âişe onu kucakladı, sonra ona dedi ki: 'Haydi benimle gel!' Genç onunla gitti. Kapısına kadar vardı. İbn Âişe onu içeri aldı. Sonra hizmetçilerinden birine 'Bu genç senin yanında uyusun' dedi;
'ayıldıktan sonra hâdiseyi kendisine bildir. Fakat benim huzuruma getirmeden bırakma'. Genç ayıldığı zaman, hizmetçi ona hâdiseyi olduğu gibi anlattı. Genç ondan utanarak hüngür hüngür ağladı. Gitmek istedi. Fakat hizmetçi, İbn Aişe'nin kendisini görmek istediğini bildirdi. İbn Âişe huzuruna gelen gence şöyle hitap etti: 'Sen nefsin ve şerefin için utanmadın mı? Hangi soy ve soptan olduğunu bilmiyor musun? Allah'tan kork ve yaptıklarından vazgeç!' Bunun üzerine, başı eğik genç hüngür hüngür ağladı, sonra başını kaldırarak şöyle dedi: 'Kıyamet gününde sorumlu olan bir sözle Allah'a söz veriyorum. İkinci bir defa içki içmeyeceğim ve yaptıklarımdan hiçbirini artık yapmayacağım ve yaptıklarımın tamamından tevbe ediyorum'. İbn Âişe gence yaklaşmasını söyledikten sonra gencin başını öpüp 'Çok güzel yaptın evladım' diyerek onu takdir etti".
Bu hâdiseden sonra genç, İbn Âişe'nin meclisinden ayrılmadı ve ondan hadîs yazdı. Gencin böyle ıslah olmasına İbn Aişe'nin şefkatli davranışı sebep oldu. Sonra İbn Âişe dedi ki: 'Halk iyiyi emreder, kötüyü yasaklar. Fakat onların iyisi kötülük olur. Ey cemaat! Her işinizde şefkatli davranmaktan ayrılmayınız ki, bu sayede istediğiniz hedefe varabilesiniz!'
Fetih b. Şahref dedi ki: ''Adamın biri bir kadıncağızın yakasına yapışıp onunla zina etmek istiyordu ve bir elinde bıçak vardı. Ona yaklaşan bir kimseyi o bıçakla öldürmek tehdidini savuruyordu. Adam pehlivan yapılı bir kimseydi. Halk bu manzarayı seyrederken elindeki kadın da bağırmaktaydı. O esnada Bişr el-Hafî geçiyordu. Adama yaklaştı. Omzunu adamın omzuna değdirdi. Kişi derhal bayılarak yere düştü ve Bişr savuşup gitti. Seyirciler adama yaklaştılar. Bir de ne görsünler adam ter içinde kıvranıyor. Elinden kurtulan kadın da yoluna devam etti. Adama 'Senin halin nedir?' diye sordular. 'Bilmem! Fakat bir ihtiyar benim omzuma sürtündü ve bana dedi ki: Allah Teâlâ sana ve senin yaptığına bakmaktadır. Utanmaz mısın?' Onun sözünden ötürü dizlerim tutmaz oldu ve şiddetli bir şekilde ondan korktum. O kişinin kim olduğunu da bilmiyorum'. Ona dediler ki: 'O Bişr el-Hafî'dir'. Bunun üzerine adam 'Vay benim yüzümün karası! Bugünden sonra o bana nasıl bakacak?' diye hayıflandı. O günden sonra şiddetli bir sıtmaya tutuldu ve yedinci gününde Allah'ın rahmetine kavuştu".
İşte dindarların uyarı hususunda âdetleri böyleydi. Biz bu hususta 'Allah için buğzetme ve Allah için sevme' bölümünde ve Sohbet Âdâbında birtakım haberler ve eserler nakletmiştik. Onları tekrar ederek sözü uzatmak istemiyoruz, İşte buraya kadar söylediklerimiz uyarıcılığın derece ve âdâbı hakkındaki görüşlerin tamamıdır. Keremiyle muvaffak kılan Allah'tır. Bütün nimetlerine karşı hamd sadece O'na mahsustur.
30)Irakî hadîsi bu şekliyle görmediğini söylemektedir. Ancak Beyhakî Şuab'ul-İman!da benzerini rivayet etmektedir.
31)Taberânî
32)İmam Ahmed